Kendini Kandırmak

kendini kandırmak tehlikelidir. başkasını kandırmak sancılıdır. kendimi de, onu da kandırıyorum tespiti, insanın kendisi ile yaptığı çok kutlu bir muhasebedir. evvelden beri, allengirli hayaller kurabiliyorum diye kendimi onurlandırırdım. hayalin "kurulabilmek" fiili üstüne oturamadığını anladığım kadar gerçekti bu kandırma.. düpedüz kendimi de onu da kandırıyordum.

ilgisini "kendime" konumlandırmaya çalışarak, dünya var olduğu sürece gizemini koruyan hadiselerin dikkat çekici olduğunu bastırarak, gizemli olup da kurcalanmaması gereken önemli olayların realistliği ile onu inandırıyordum kendime.. evet biraz da küstahca bir kandırmaca bu.. biraz daha zorlasaydım, beni telepatinin mucidi sanabilirdi. abartı son sürat.

uzaylılara "toynanı si..timin uzaylıları" diyebilecek bir mizaca sahip olduğumu hiç bilmesin istiyordum, kuğu gibi endamına kapıldığımda ve gamzelerinin şirinliğine ne acaip dediğimde ona..

"dediğimde"

hiç demedim. hiçbir zaman da duyamayacak..

domestos arsızı bir mikrop gibi, beşeri oluyordum vücudunda.. sanki zehirliyordum onu.. zihnine kusuyormuş gibi, bildiğim üç beş kıçı kırık "enteresan" bilgiyi edepsizce pazarlamaya çalışıyordum ona..
üstelik bu pazarlığı, onun üzerine; "gözlerimizdeki ışıltının bedenimizi yakmaya gücü yeten bir kıvılcım olduğuna inandığını varsayarak kuruyordum..
varsayım ve hayal arasındaki ince çizgi üzerinde gelip gitmenin ne olduğu bilmem de buna tekabul ediyor..
manyetizm hakkında çok bilgi sahibi olmamama rağmen, "insan fıtratı üzerinde etkili bir akım olduğuna inandırmaya çalışıyordum onu". edepsizce..

manyetizm bir akım değil ki.. çocuk kandırmadığımı biliyordum.

etik ya da değil, bu edepsiz pazarlama stratejim "ıssız adam ı izledin mi" sorusuna dönüşüp, pazar payımı arttıran bir kompliman olarak geri dönüyordu bana.. kar marjım artıyordu. hafiften kapital bir sevinç kapladı içimi.. marketler zinciri sahibi bir hüseyin peyda'ya dönüşüyordum yavaş yavaş..

güzel! işletmem tekeline almaya başlayacak piyasayı! küstahça sırıtıyordum.. hayali bir kristal viski kadehi var elimde.

kandırma ve kandırılma aynı anda devam ediyordu..

"ıssız adam, türk kadınına yapılmış bir hakarettir dedim.." ses tellerim çok keskin titremişti bu kez. ve vurgum, bunun neredeyse bir doktrin olduğunu haykırıyordu personel servisi akademisinde.. "hakarettir. çünkü.." `çünkü` dediğimde içimden bir sesin eyvah dediğini duymuştum. çünkü diye devam ettim; "ada denilen o karakter, erkeklerin ciğerini okuyan o kutsal kadın, erkeklerin ikiyüzlülüğü tespiti ile budur nan cümlesi ile eşlik edilen o replikleri, ne de güzel dizdi oğlanın suratına. inci gibi..."

amma!

"ona yakıştırdığım yıkılmaz bir kale metaforum, o kadar kısa bir sürede alper denen adama direnememesiyle paranpirçik oldu.." dikkatli bakışlarını gözlemliyordum. devam ettim. "budur nanlar havaya uçtu hep.. oldu mu yani bu? dedim.
filmdir tamamdır güzeldir de, böyle bir hakaret olur mu?? hem de ada karakterine yıkılmaz deyişimin muaddilli, rıdvan hoca nın gol olur u idi. güvendiydim ben o kadına.." dedim..

içimdeki sesin eyvahı hain sorular yumağına evrilip vaveylaya dönüşüyordu.. allah ım. çok mu sığ oldu bu? çok mu düzüm yoksa ben? sçtım mı ki? kafasında, elime verecek bir argüman mı saklıyordu yoğusam? acaba slumdog millionaire i masaya yatırıp, bu savaşı kendi sahama mı çekse idim?.. o kadar da izledim, uykusuz kaldım gece gece oscar töreni diye, izledim de ne oldu? gidip yatsamıydım?

bu sorular kalelerime sızan birer akıncı gibiydiler..

eyvah!

hislerim, sinsice yaptığım bu kandırma işleminin her an deşifre olacağından şüpheleniyordu.. bu aşağılık oyunlarımın, bu küçük hesaplarımın elimde patlaması an meselesi idi..

o an kendimi, `john locke` gibi hissettim canlar. john locke..  özelsin özelsin denilip pışpışlanmak, lidersin denilip, kullanılmak.. her kazığın en son ve sağlam girdiği keltoş john bendim o gün.. tı odırs azıma sıçacaktı.. umutlarımın tükenmeye başladığı o an;

ıssız adamı başlatıp, devam eden olarak; `nasıl ya`! dedi klasik bir tepki ile..

belki de ilgisini tamamen kendimde toplamak istediğim için, kendime gereksiz misyon bir yükledim.. pusuya yatmıştım. basit bir anlatım bozukluğu yapmasını bekliyordum ya da yanlış bir telaffuz..

"canım  kuğum, güzel gamzelim!  aslında o söylediğin cümle bir anlatım bozukluğu muhteva ediyor.. sen gibi birine yakışıyor mu ha!! onun aslı şu olacak biy biy biy biy.... "

yok yok! böyle bir cümle kurmaya büzüğüm müsade etmezdi..

kendi anlatım bozukluklarımdan haberim bile yokken yapamazdım bunu. nefretini kazanmak istemiyordum bu kandırmacada.

aklımda, onun "nasıl ya" tepkisi kaldı..bu masum tepki gözümü kırpmamla beni italya mafta cemiyetinin içine itti...

ben sicilya kökenli bir mafya liderinin safkan veliaht torunu, sicilya yarımadası için önemli bir asil,
o ise; hasmımız olan diğer mafya ailesinin prensesi "zeytinlik ağaçları arasında dolaşan yürek yakıcı ayın ondürdü"

hayırlı olan da, ailelerimizin sevgili olduğumuzu bilmemesi iken; ben, kendimi kandırmanın en bariz örneklerini sergiliyordum göz kırpıştırma seanslarımda.

uyanman gerek bay adonis dedi bana tatlı bir oyun oynayan beynim`: kandırık değirmeni`. adım bay adonis değildi. ben asil ya da veliaht değildim.. gözümü açmamla e-5 üzerinde kumburgaz dolaylarında olduğumu anlamam uzun sürmedi.. üstelik açıköğretim sınavları yakındı ve ben yardımcı kitabın o mavimsi ön ve arka kapağını gördüğümde midem bulanıyordu. kazanacaksınız! nasıl kazanacaz lan!? kıza, kuğuma, sevdiğime; seni sevdim ben! ete kemiğe büründüm sana aşık gördündüm diyemiyorum.. nasıl olacak??

tek bir gerçek vardı; o prensesti. yüzüne doğrultup yüzümü, ona bağırarak; "zeytinlik ağaçları arasında dolaşan yürek yakıcı ayın ondürdü güzeli" diyemezdim..

şehirlerarası yollarda, sigara içmenin serbest olduğu dönemi görmüş olan ve sürücüsü tarafından ayaküstü sohbetlerde v8 motorlu tabir edilen mercedes 0 303 marka otobüsümüz, benim muhitime doğru geliyordu.. otobüsün, şehirlerarası yollarda sigara içilen döneme tanıklık ettiğini, griye çalan perdeleri ele veriyordu.. bu perdelerin hala öksürdüğünü ve beni elem hatıralara sürüklediğini hiç bilmeyecekti kuğum.. konuşamayacaktık hiç.. anlatamayacaktım..

onun hayatında, kenan doğulu nun animasyon klibinde`: dön gel` ancak dikkat edildiğinde görünen meteksan gizli reklamı gibi sönük kalacağım belki de..

inecektim servisten az sonra ve kandırıldığını o bilmeyecekti..

apaçık bir kandırma..

hayatım boyunca kendimi çok kandırdım.

evet. kandırdım.
evet. ona birçok şeyi söyleyemedim.
evet. güneşe bakıp olgunlaşmanın verdiği can sıkıntısıyla, tarlanın ortasında, kendi çekirdeğini çitleyen bir ayçiçeğiydim,

sevdim ama lan onu. sevdim lan.. seven insan basit hesaplar yapar mı deme bana. yakışır mı sevene cananını kandırmak yakışır mı, aşk şarabından içmek yerine aktarda satılan zencefil yağını gargara yapmak deme! deme..

bu pazarlıklarımın, çabalarımın, edepsizliğimin birer kağıt iskambil tanecikleri olduğunu yüzüme vurma benim..

yapımın, üçüncü kata geldiğini sana nasıl bertaraf ederim??

üzerine sağlam katların çıkılamayacağını ve kendi seyir defterimde, yirmidört yaşımın kuğumla anılmasını nasıl gizlerim??

nasıl gizlerim gerçekten yahu?`: önce onu sonra kendimi kandırmayarak`